 
 Sayın Cumhurbaşkanım,
Çok Değerli Misafirler,
Anayasa
 Mahkemesinin 52. kuruluş yıldönümü ve Mahkememize yeni seçilen üyemizin
 yemin törenine katılarak ortak olduğunuz sevincimizi sizlerle yaşamak 
bizlere onur vermiştir. Başta zat-ı alileri olmak üzere tüm 
konuklarımıza şahsım ve mahkememiz adına hoş geldiniz diyor, 
şükranlarımı sunuyorum.
Bugün andiçerek Mahkememizde göreve 
başlayan değerli meslektaşımız Hasan Tahsin Gökcan’a başarı, sağlık ve 
esenlik dileklerimi bildiriyorum. Hukukçu kimliği ile yıllarca adli 
yargıda görev yapan yeni üyemizin birikimi, deneyimi ve adalet 
duygularının şekillendirdiği özgür vicdanı ile Mahkememize güç 
katacağına olan inancımı belirtmek isterim. Muhtelif kaynaklardan 
seçilerek gelen üyelerimizin karar ve faaliyetlerimize yansıyan mesleki 
tecrübeleri Mahkememizin ortak vicdanını oluşturmaktadır. Kuşkusuz bu 
sonuca ulaşırken, başta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olmak üzere, 
hukukun evrensel ilkeleri ve ilgili  yasa hükümlerine göre   hareket 
ettiğimiz açıktır. Bu vicdani alan, dostluk ve düşmanlık duygularına 
kapalı olduğu gibi  ırk, renk,   siyasi düşünce ve bireysel inançların 
da dışındadır.  İnsanlık onurunun varlığı, temel hak ve özgürlükleri de 
evrenselleştirmiştir.  Bu değerleri yüceltmek, derinleştirmek, tehditler
 karşısında savunmak Anayasa Mahkemelerinin en temel görevidir. Esasen 
Anayasa yargısının varlık nedeni; ırk, renk ve inancı ne olursa olsun, 
insan olma ortak paydasına sahip herkesin var olan onurunu korumaktır. 
Bu kutsal görevin başarı ile yürütülebilmesi, ancak bağımsız ve tarafsız
 kalmayı becerebilen yargıçların varlığı ile mümkündür.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Hukukun üstünlüğü anlayışı 
ve demokratik değerlerle beslenen bir devletin yolu her zaman 
aydınlıktır. İkinci Dünya Savaşı felaketini yaşamış Avrupa’nın geçmişte 
yaşadıkları ile bugün geldikleri seviye çok önemli mesajlar vermektedir.
 Dünya’da dini, etnik ve sınıf savaşlarının en yoğun yaşandığı bölge 
olan Avrupa, komünizm ve faşizm gibi totaliter rejimlerden demokrasi ve 
hukuk devleti mücadelesini vererek kurtulmuştur.
Demokratik değerleri, hukukun üstünlüğünü ve hukuk devleti anlayışının gereklerini tekrar  tekrar konuşmak zorundayız.
İnsanlar,
 onurlu bir hayat yaşayabilmek için, hukuk  güvenliğinin egemen olduğu 
bir devletin varlığına her zaman  ihtiyaç duymuşlardır. Evrensel 
değerlerin ağırlıklı olarak uygulandığı, tüm eylem ve işlemlerin yargı 
denetimine tabi tutulduğu, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir 
devlet, hukuk devleti olarak tanımlanmıştır. Hukuk devletinin en 
belirgin  diğer bir özelliği ise, tasarruflarının öngörülebilir, 
ulaşılabilir açık ve şeffaf olmasıdır. Hukuk devletinin odağında esas 
itibariyle iktidar gücünün keyfi davranışlarının sınırlandırılması 
vardır. Bu nedenle kamu gücünü kullananlar da vatandaşlar gibi hukuksal 
ilkelerle kuşatılmıştır.
Bir ülkeyi hukuk güvenliği testinden 
geçirebilmek için öncelikle yazılı hukuk kurallarının, daha sonra da 
bunu uygulayan hakim, savcı, adli personel ve adli kolluğun ne durumda 
olduğunun tespiti gerekir. Sisteme dahil unsurlar ahenk içinde birbirini
 engellemeden adalete ulaşmaya hizmet ediyorsa sorun yok demektir. Haklı
 bir neden olmaksızın, kamu yararı gözetilmeden,  siyasal  amaçları  
gerçekleştirmek düşüncesiyle yazılı hukuk kurallarında çok sık 
aralıklarla yapılan değişikliklerin, toplumda hukuk güvenliğini 
sağlayabileceğinden   bahsedilemez.
Hukuk devletinin temel direği olan yargı, aynı 
zamanda devletin  vicdanı olarak da tanımlanır. Bu vicdanın, siyasi ve 
ideolojik vesayet odaklarının işgaline uğraması nedeniyle toplum 
hayatına verilen zararların acı örnekleri, hafızalardan henüz 
silinmemiştir.  İşgal devam ettiği sürece de bunları yaşamaya devam 
edeceğiz. Yargının vicdanını  işgal edenlerin kimliği, düşüncesi ya da 
kutsalları ne olursa olsun bu sonuç değişmeyecektir. Dün hak ihlaline 
uğramış mağdurlarla, bugün aynı ihlalleri yaşayan mağdurların  
kimliklerinin farklı olması bu bakışımızı asla etkilemeyecektir.  Sadece
 yargı değil, onur sahibi olan herkesin haksızlığa ve ihlale karşı 
çıkması insanlık borcudur. Zira, barışın teminatı olan  farklılıkların 
birlikte yaşamasını ancak, başkalarının hak ve özgürlüklerini savunan 
onurlu insanlar hayata geçirebilirler.
Değerli Konuklar,
Kamu
 gücünü etkili bir şekilde kullanan yargı, siyasi ve ideolojik 
yapılanmaların hedefinde her zaman  “ele geçirilmesi gereken bir kale” 
olarak görülmüş, ele geçirenler de kendi vesayet sistemini dayatmanın 
çabasına düşmüştür. Kaleyi ele geçiremeyenler ise, yargının 
bağımsızlığının ve tarafsızlığının ne kadar hayati bir öneme sahip 
olduğunu söyleyip durmuşlardır. Kaleyi işgal edenler de yargıyı, siyasi 
düşüncelerine ve  ideolojilerine lojistik destek sağlamak için ya da 
rakiplerinden intikam alma aracı olarak kullanmışlardır. Altını çizerek 
ifade ediyorum. Bu anlayış ve işgalden kurtulmadıkça bağımsız ve 
tarafsız bir yargının oluşması hayaldir. Yargı üzerinde oluşan ya da 
oluşacak siyasi, ideolojik, dini, ırki ve mezhebi tüm vesayetçi 
anlayışlar, başta yargı mensupları olmak üzere herkes tarafından 
şiddetle reddedilmelidir.
Esasen
 vesayet altındaki bir yargıdan hukuk güvenliğini sağlaması da 
beklenemez. Böyle bir sistem yönetenlerin güvenliğini sağlarken, 
ötekilere de ancak, korku, endişe ve  umutsuzluk verebilir. Korkunun ve 
endişenin hakim olduğu iklimlerde de  özgür vicdanlar üretilemez.  
Herkese bildik gelen bir sözle yeniden tekrarlamak gerekirse, hukuk 
güvenliği insanların güvercin ürkekliği içinde yaşamadığı korkusuz bir 
ortamın varlığı olarak da tanımlanabilir.
Sayın Cumhurbaşkanım,
2010
 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile   yargı organları üzerinde 
oluşan vesayetçi anlayışların ortadan kaldırılması için cesaretli 
adımlar atıldı. Bu adımlar toplumda büyük   karşılık da gördü. Söz 
konusu vesayetçi yönetimlerin görevlerinin sona ermesi ile büyük bir 
boşluk doğdu. Bu boşluğun, toplumun her kesimini kucaklayan, hoşgörülü, 
özgürlükçü, çoğulcu, adil ve evrensel değerleri yansıtan tercihlerle 
doldurulması gerekirken, ne yazık ki  bunu gerçekleştiremedik. Bu kez, 
farklı renkte yeni bir vesayet sisteminin  oluşmasına tanık olduk. Kimse
 bu yeni oluşumun günahından kendini soyutlamaya çalışmasın. Tarih  
olanları  kaydediyor. Bunları konuşmak, gerçekleri itiraf etmek ve 
cesaretle çözüm yolları bulmak zorundayız.
Daha önceki yıllarda 
yaptığım konuşmaların bir bölümünde  aynen şunları  dile getirmiştim. 
Yargı, milletin iradesine tuzak kurulacak yer değildir ve olmamalıdır. 
Son dönemde yargı, bu konuyla ilgili olarak “paralel devlet” yada  
“çete” diye nitelendirilen çok vahim, çok ciddi ve çok ağır bir 
suçlamayla karşı karşıyadır. Bu suçlama üzerinde yapışık kaldığı sürece 
yargının ayakta kalması mümkün değildir. Bugün itibariyle bırakınız ceza
 davalarını, en basit alacak davasına ilişkin kararlar bile tartışmaya 
açılmış  ve yargıya olan güven ağır yara almıştır.  Başta yargı ve 
yürütme organları  olmak üzere herkes bu iddialarla  ilgili bilgi, belge
 ve delilleri zaman geçirmeden ortaya koymak zorundadır. Gerek  yargıda,
 gerekse yürütme organı içinde var olduğu iddia edilen bu kişilerin 
başka illere tayin edilerek ya da yerlerini değiştirerek sorunu çözmenin
 anlamsızlığı açıktır.
Söz konusu iddiaların yargı kurumlarında 
psikolojik travma yarattığı, delil, bilgi ve belgeye dayanmayan ihbar 
mektuplarının hüküm icra ettiği, hâkim ve savcılar arasında önemli 
ayrışma ve bölünmelere sebep olduğu hepimizin saklayamayacağı 
gerçeklerdir. Bu ayrışma ve bölünmenin hukuk devletinin, hukuk 
güvenliğinin ve adaletin sonunu getireceğini yargıda yaşadığımız olaylar
 açıkça göstermektedir.
Tekrar etmek gerekirse, yargının bu iç 
ağrısı ile yaşaması asla mümkün değildir. İddia edilen kayıt dışı 
yapılanma yargı mensupları arasında korku, endişe ve gelecekle ilgili 
belirsizliklerin doğmasına, aralarında olması gereken mesleki ilişkinin 
çok olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır.
Görevi,
 maddi gerçekleri ortaya çıkarmak olan yargının karşı karşıya kaldığı bu
 iddianın adı “vicdan yolsuzluğu”dur. Bunun için yapılması gereken 
açıktır. Hukuk devletine yakışan yöntemler uygulanmak suretiyle 
gerçekliğinin ispat edilmesi halinde, faillerine bir saniye bile 
beklenmeden gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır. Yargı bağımsızlığı ve 
tarafsızlığının vazgeçilmez unsuru olan “özgür vicdanlı” hâkim ve 
savcılarımızın ayakta kalması için buna mecburuz. Demokratik hukuk 
devletlerinde, tehdit ederek, korkutarak sorunların çözüldüğüne ilişkin 
örnekler bulamazsınız.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Anayasa 
Mahkemesince verilen kararların,  toplumda yarattığı siyasi, sosyal ve 
ekonomik sonuçları üzerinde, bazı değerlendirmeler yapılması zorunluluğu
 vardır.  Kurumların özeleştirilerini yapabilme cesaretini göstermeleri 
gerektiğine inanıyoruz. Bunu yapamadığımız takdirde kurumların 
kendilerini geliştirmesi ve yenilemesi mümkün olmayacaktır. Mahkemelerin
 geçmişte verdiği kararlar sonucunda toplumda yaşanan sarsıntıların, 
demokratik hayata ve hukuk devleti anlayışına olan olumsuz etkilerinin 
bilançosunu çıkarmak zorundayız. Hemen her toplumda Sorunların temel 
kaynağı yasama, yürütme ve yargı organlarının sebep oldukları hak 
ihlalleridir. Bu ihlallerin sonuçları ve toplumsal karşılığı 
önemsenmelidir. Bireylerin, her türlü endişe ve korkudan arındırılmış 
güvenli bir alanda hayat sürmeleri, en temel anayasal haklarıdır.
Anayasa
 Mahkemesinin “hak ve özgürlükler mahkemesi” olarak tanımlanmasının 
ancak,   etkin ve süratli çalışmasıyla hak ihlallerini ortadan kaldırma 
gücüne bağlı olduğunun bilincindeyiz. Bunu gerçekleştirmek için 
mensuplarımızın ortaya koyduğu kararlı iradesinden,  kimsenin kaygı ve 
endişe duymaması samimi dileğimizdir.
Kamu gücüne sahip 
olanların  topluma sunduğu hak ve özgürlükleri,  lütuf ya da bağış 
düzleminde değerlendirmesi düşünülemez.  Farklı olanların hak ve 
özgürlüklerine karşı kimse, ev sahibi edasıyla duruş da sergileyemez. 
Yetmiş altı milyonun her  ferdi bu evin sahibi ve Anayasa ile teminat 
altına alınmış hakların kullanıcısıdır.
Demokrasi, insan onuru, 
temel hak ve özgürlükler, Mahkememizin korumak zorunda olduğu  evrensel 
değerlerdir.  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel 
Beyannamesi başta olmak üzere, çağdaş dünya milletlerinin kabul ettiği 
insan hakları belgelerinde,   temel hak ve özgürlükler; din, ırk, 
mezhep, siyasi düşünce ve ideolojilerden arındırılarak sadece “insan 
olma” ortak paydasında birleştirilmiş ve evrensel bir değer olarak 
tanımlanmıştır.  Bu evrensel değerler bütün insanlığın gönül birliğini 
ve bütünlüğünü sağlayacak etki ve öneme sahiptir. Farklılıkları 
değiştirmeye, dönüştürmeye ve kendimize benzetmeye çalışmadığımız 
sürece, bu hedefi yakalamak hayal olmayacaktır.
Türkiye ise bu 
evrensel değerlere bağlılığını çeşitli antlaşma ve sözleşmelerle dünyaya
 ilan etmiştir. Bu bağlamda, 1990 yılında Avrupa İnsan Hakları 
Mahkemesinin zorunlu yargı yetkisinin kabul edilmesi ve 2004 yılında 
Anayasa’nın 90. maddesinde yapılan temel haklarla ilgili “evrensel 
ölçütlere” atıf yapan değişiklikler, devrim niteliğinde sayılabilecek 
evrensel düzenlemelerdir.  2010 yılında Anayasa’nın 148.  maddesine 
yapılan eklemelerle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu açılmış,  
yargı organları ve idarelerin sebep olduğu  hak ihlallerinin  anayasal 
yargı denetimi sağlanmıştır.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Bu 
değişiklikleri yeniden hatırlatma gereğinin altını şu nedenle çizmek 
istiyorum. Milletimizin iradesini temsil eden Yasama Organı bu 
değişikliklerle  başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere tüm yargı 
organlarına “evrensel standartları uygulayın!” talimatı vermiştir. Bu 
nedenledir ki, yerel gerçeklerle evrensel standartları örtüştürmek 
zorundayız. Anayasa Mahkemesinin son günlerde verdiği bireysel başvuru 
kararlarına  yapılan ölçülü eleştirileri saygı ile karşılarken, 
belirtilen zorunluluk nedeniyle verilen kararlarımızın  arkasında 
olduğumuzu da ifade etmek istiyorum.
Değerli Konuklar,
2011
 yılında yapılan genel seçimlere katılarak milletvekili seçilen ancak, 
haklarındaki kovuşturma nedeniyle cezaevlerinde tutukluluk hali devam 
eden kimi milletvekillerinin, Mahkememize yaptıkları bireysel başvurular
 üzerine, milleti temsil haklarının ciddi şekilde ihlal edildiği 
sonucuna varılmış ve bu nedenle tahliyeleri gerçekleştirilmiştir. 
Siyaset kurumlarını çok yakından ilgilendiren ve onların çözmesi gereken
 böyle bir sorunun, öncelikle yasal düzenlemelerle çözülmesini yürekten 
arzu ederdik.
Mahkemelerde devam eden davaların bir bölümünde  
uzun yargılama, bir bölümünde de uzun tutukluluk nedeniyle Anayasa 
Mahkemesine  yapılan bireysel başvurulara ilişkin olarak  ihlal 
kararları verilmiş,  sanıkların tutuksuz yargılanmak üzere tahliyeleri 
sağlanmıştır. Belirtilen davalarda, şikayetçilerin kanun yollarını 
tüketme koşulu aranmaksızın Anayasa Mahkemesinin ihlal  kararları 
verdiğinin altını çizmek istiyorum.
Anayasa Mahkemesi, yakın 
zamanda bir internet sitesine erişimin yasaklanması kararına karşı 
yapılan şikâyet başvurusu hakkında verdiği kararında,  “tüketilmesi 
gereken başvuru yolları” gözetilmediği için yoğun  eleştirilerle  karşı 
karşıya kalmıştır.  Gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, gerekse 
Anayasa Mahkemesi defalarca verdiği kararlarında “kanun yollarının 
tüketilmesi” koşulunun mutlak olmadığını ifade etmişlerdir. Uzun 
yargılama, uzun tutukluluk ya da şikâyete konu hakkın yeterli ve etkili 
hukuk yolları ile korunup korunmadığı yönünde yapılan değerlendirmeler 
ise bunun istisnalarını teşkil etmektedir. Anayasa Mahkemesinin uzun 
yargılama ve uzun tutukluluk şikayetlerine ilişkin olarak Avrupa İnsan 
Hakları Mahkemesinin içtihatları doğrultusunda kanun yolları 
tüketilmeden verdiği ihlal kararlarına karşı  hiçbir eleştiri 
yapılmamasına rağmen, bir internet sitesine erişimin yasaklanması 
kararına yönelik verdiği ihlal kararının siyasal kaygılarla ölçüsüz bir 
şekilde eleştirilmesi dikkat çekicidir.
Değerli Konuklar,
Hukuk
 devletinde mahkemeler, emir ve talimatla çalışmadığı gibi, dostluk ve 
düşmanlık duyguları ile de yönlendirilemez. Mahkemeler verdikleri 
kararların sonuçlarının doğurduğu üzüntü ve sevinçlerle de ilgilenmez.  
Bu duyguları gayet doğal kabul eder. Ancak, verilen kararlardan hukuk 
dışı sonuçlar çıkararak, Mahkeme mensuplarını itibarsızlaştırma 
gayretleri iyi niyetle izah edilemez. İnternet sitesine idari kararla 
getirilen yasağın daha ilk dakikasında siteye başka yollardan ulaşılmak 
suretiyle etkisiz ve sonuçsuz bırakılabilmesi gösterilen orantısız 
tepkiyle örtüşmüyor.
Yeni teknolojik gelişmelerin, insan hak ve 
özgürlüklerini korumak için alınan yasal önlemleri,  etkisiz hale 
getirdiği bir çağda yaşıyoruz. Tarihe hak ve özgürlük savunucusu olarak 
geçen Gorbaçov, Sovyetler Birliği çözülmeden önce, küreselleşmeye karşı 
direnenlere “antenlere vize koyamazsınız” diyerek iletişim araçları 
karşısındaki zorluklara işaret etmiştir. Kuşkusuz, böyle bir zorluk 
bireylerin hak ve özgürlüğünü, devletin ise varlığını koruyacak yasal 
düzenlemeleri yapmasına engel değildir. Esasen Anayasa Mahkemesi’nin 
eleştirilen kararı, idari bir işlemin kanuni dayanağının olmadığının 
tespitinden ibarettir. 5651 sayılı Kanunun dokuzuncu maddesinin dördüncü
 fıkrası gereğince, alınacak bir mahkeme kararı ile bu kanunsuzluk hali 
giderildiğinde, aynı Kanunun hak ve özgürlükleri koruyan imkânlarından 
faydalanmayı  engelleyen bir durumun   varlığından bahsedilemeyecektir.
Amacımız
 sorun üretmek değil, sorun çözmek olmalıdır. Bir eylemin, işlemin veya 
yasama tasarrufunun,  siyasi bir belge olan anayasaya göre,   
denetlenmesi nedeniyle ortaya çıkan Anayasa Mahkemesi kararının siyasi 
sonuçlar doğurması doğal bir zorunluluktur. Bu sonuçlara bakarak Anayasa
 Mahkemesi’nin siyasi amaçlarla hareket ettiğini söylemek ya da milli 
olmamakla suçlamak içeriği ve derinliği olmayan sığ eleştirilerdir. 
Mahkeme mensuplarımız, verdiği kararlarından siyasi ya da sosyal bir 
rant elde etme iddialarını  onurlarına yapılmış bir saldırı  olarak 
kabul ederler. Anayasa Mahkemesi, 2010 yılında yapılan Anayasa 
değişikliği öncesinde, yargı ile yürütme organı arasında yaşanan 
gerilimlerin, ülkemize verdiği ekonomik, siyasi ve sosyal zararların 
bilincindedir. Bu sebeple yeni gerilimler yaşatacak meydan okuma  
çağrılarını  cevapsız bırakmaya kararlıyız.
2010 yılındaki 
anayasa değişikliğine kadar, Anayasa Mahkemesi’nin özgürlük, demokrasi, 
 laiklik ve sosyal hukuk devleti konularındaki  sınırlayıcı ve daraltıcı
 anlayışından mağdur olanların bugün,  bireylerin hak ve özgürlük 
alanını genişleten, önündeki engelleri kaldıran, evrensel standartları 
hayata  geçiren bir anlayışa dönüşmüş olan Mahkeme kararlarından 
rahatsızlık duymalarını yaşadıkları garip bir çelişki olarak görüyoruz. 
Bizler adil olmayı kutsal bir görev kabul eden  bir medeniyetin 
mensupları olarak, gücün ve şartların etkisiyle gömlek değiştiren bir 
karakterin sahibi olamayız. Dün hak ihlaline uğrayanların nasıl yanında 
yer alınmışsa, bugün de kimliği, kişiliği, gücü ve rütbesi ne olursa 
olsun, hak ihlaline sebep olan herkesin karşısına, aynı adalet 
gömleğiyle çıkmaya devam edeceğiz.  Mahalle baskısı ile yargı 
mensuplarının görüş, düşünce ve kararlarının etki altına alınma 
çabaları, adaletin kutsallığına inanmış olanlar için geçerli değildir.
Anayasa
 Mahkemesi, insan onurunun zorunlu kıldığı hak ve özgürlükleri, hiçbir 
ayrım yapmadan ve bir hesabın içinde bulunmadan, ilgilisine 
ulaştırmaktan başka amacı olmayan bir yargı  kurumudur.
Son 
yıllarda yargı alanında yaşananların toplumda yarattığı güvensizlik ve 
olumsuzluklar, Anayasa Mahkemesinin adeta bir temyiz makamı gibi 
algılanmasına yol açmış, umut haline gelen bireysel başvuru yolunu 
kullananların sayısı çok büyük rakamlara ulaşmıştır.
Esasen 
tutuksuz yargılanmanın kural, tutuklamanın istisna olduğu bir sistem 
yerine, uzun tutukluluğun asıl, tutuksuz yargılanmanın ise istisna 
olduğu bir yargı sürecini yaşıyoruz. Anayasa Mahkemesine yapılan 
bireysel başvuruların % 70’inin adil yargılanma konusundaki şikâyetler 
olduğu gözetildiğinde, yargı organlarımızın topluma sunduğu adaletin 
hangi düzeyde olduğunu sorgulamak zorundayız. Bu oran, önceki bölümde 
önemi vurgulanan hukuk güvenliğine, yargı organlarımızın verdiği olumsuz
 katkıyı   göstermektedir.
Yargıya olan güvensizliğin 
yetkililerce güçlü şekilde dillendirilmesi yaşanan sorunları 
çözmemektedir. Bu kolaycılıktan vazgeçilerek yargıç ve savcı profilinin 
sorunları, yargılama sistemindeki yapısal sorunlar, Mahkememizce tespit 
edilen ihlallerin giderilmesi yönünde devlete düşen pozitif ve negatif 
yükümlülükler ile alınması gereken tedbirler masaya yatırılarak çözümler
 üretilmelidir.
Amacımız, idarenin ve yargı organlarının sebep 
olduğu hak ihlallerini incelerken, temel hak ve özgürlüklerle ilgili 
evrensel standartların ülkemizde benimsenmesini sağlamak suretiyle  
Anayasa Mahkemesinin “etkin bir denetim” yaptığı inancını topluma 
yerleştirmektir. Mahkememizin etkin denetim yapmadığı düşüncesinin 
yerleşmesi halinde ise, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından  
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesinin kararları  yok sayılarak, 
başvuruları doğrudan kabul etmesi gibi bir uygulama ile  karşı karşıya 
kalacağımız herkes tarafından  bilinmelidir.  Böyle bir sonucun ise 
ülkemiz yargı erkinin demokratik dünya milletleri nezdinde çok ciddi bir
 itibar kaybına sebep olacağı açıktır.
Bu nedenle, anlayışla 
karşıladığımız tüm eleştirilere rağmen, hak ve özgürlük yollarının 
açılması süreci mahkememizce kararlı bir şekilde sürdürülecektir.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Son
 yıllarda birey ve toplum olarak, yaşanan sorunlarla ilgili en masum 
çözüm önerilerini, düşünce ve görüşleri derhal siyasi bir süzgeçten 
geçirdikten sonra kabul veya reddeder hale geldik.
Bu yaklaşım 
toplumun aşırı siyasallaşmasına, kutuplaşmasına ve kaygı verici bir 
gerilimin yaşanmasına yol açıyor. Yaşanan gerilim insanlarımızı taraf 
olmaya zorlamakta, söylenenler yanlış da olsa, taraf olmanın 
güçlendirdiği inatçılıkla düşünceler savunulmaya çalışılmaktadır. 
Sorunlara veya önerilen çözümlere tepkisel tavırlarla meydan okumak, 
taraftar bağlılığını güçlendirmekte ise de  insanların biraraya gelme,  
diyalog ve uzlaşma iradelerini zayıflatmaktadır. Diyalog ve uzlaşma 
zeminini kaybettiğimizden dolayı, farklı olanların doğruları ile 
zenginleşemiyoruz. Başkalarının haklarına sahip çıkmak bir insanlık 
erdemidir. Katılmasak da, hakkı ihlal edilenlerin yükünü paylaşmak, 
onurlu insan olma refleksinin doğal bir sonucudur. Demokratik ülkelerin 
gücünün yasaklara değil, özgürlüklere dayalı olduğu gerçeği gözardı 
edilmemelidir.
Değerli Konuklar,
Yaşanan gerilimlere kim 
sebep olursa olsun, bu ortamda gelişen kin ve nefret söyleminin farklı 
düşünce ve inanç sahipleri arasında “duygusal bir kopuş”a yol açtığı 
açıktır. Kalp ve gönül dünyasını ilgilendiren bu duygulardaki 
ayrışmaların, birlikte yaşama irademiz üzerinde olumsuz sonuçlar 
doğuracağını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu olumsuz sonuçlar siyaset, 
kültür, inanç, sanat, spor ve buna benzer etkinliklerde, farklı 
kesimlerin birarada yaşamaları için gerekli olan “buluşma alanlarını”  
yok etmektedir.
Kin ve nefret söyleminin, korkuyla buluştuğu 
böyle bir noktada, insanlarımızı iç dünyalarına hapsedilmiş inançlar ve 
beyinlerinden dışarı çıkaramadıkları düşüncelerle baş başa bırakıyoruz. 
Oysa, çoğulcu ve katılımcı demokratik sistem, “farklılıkların sesli 
yaşaması” gerektiği çağrısını yapıyor. Yüzyıllardır biriktirdiğimiz 
köklü kültür yapımız ve oluşan inanç dünyamız, demokrasinin tam da bu 
çağrısıyla örtüştüğünü söylüyor. Sahip olduğumuz bu sevgi ve hoşgörü 
kültürünün lojistik desteğine ihtiyacımız vardır.
Kainatın özü 
insan, insanın özü ise eşdeğeri bulunmayan onurudur. Hukukun ve dinlerin
 koruma altına aldığı yegane değer budur. Mahkememizin 52. kuruluş 
yıldönümünde size verebileceğimiz söz, bu değerin korunması konusunda 
mensuplarımızın kararlı iradelerinin devam edeceğidir.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Bu
 yıl yaş haddi nedeniyle emekli olan üyemiz sayın Mehmet Erten’e yeni 
hayatında sağlık ve esenlik dileklerimi sunuyor, yakın zamanda aramızdan
 ayrılan emekli üyemiz Servet Tüzün’e de Allahtan rahmet diliyorum.
Başta
 zatıalileri olmak üzere, katılan tüm konuklarımıza Mahkememiz adına 
teşekkür ediyor saygı ve sevgilerimi sunuyorum.  25 Nisan 2014
                                                 
Haşim KILIÇ
 Anayasa Mahkemesi Başkanı
Kaynak: / Tarih: 26.04.2014 00:00:00 / Okunma = 1910728
 AKP Topraklarımızı Satmaya Devam Ediyor- Bölüm 1 (4633974)
                     AKP Topraklarımızı Satmaya Devam Ediyor- Bölüm 1 (4633974) Türkiye-nin En Zenginleri KOVADİS (4952224)
                     Türkiye-nin En Zenginleri KOVADİS (4952224) Yabancıya Toprak Satışının Ağır Maliyetleri (5150529)
                     Yabancıya Toprak Satışının Ağır Maliyetleri (5150529) Dış Borç Demek Ölüm Demek-1 (5447156)
                     Dış Borç Demek Ölüm Demek-1 (5447156) Dış Borç Demek Ölüm Demek-2 (6106531)
                     Dış Borç Demek Ölüm Demek-2 (6106531)




















